Dünyanın en hızlı keman virtüözü ‘Muhammed Yıldırır’

 Dünyanın en hızlı keman virtüözü ‘Muhammed Yıldırır’

Babası öğrencilerine ders verirken izleyerek keman çalmayı öğrenen Muhammed Yıldırır, 7 yaşından beri kemanı elinden düşürmüyor. 12 yaşında ilk bestesini yapan Yıldırır, 28 yaşında Rus besteci Nikolas Rimsky – Korsakov’ un “Yaban Arılarının Uçuşu” adlı eserini 37.84 saniyede çalarak, “Dünyanın en hızlı keman virtüözü” ünvanı ile Rekorlar Kitabı’nda yer aldı. Dünyanın her yerinde Türk Sanat ve Halk Müziği’nden eserler de çalan Yıldırır, şu aralar Aleksandrov Rus Kızılordu Korosu ile turne yapıyor. İngiltere başta olmak üzere yaratıcı endüstrilere verilen desteklerin sanatın gelişmesine büyük katkı sağladığını ifade eden Yıldırır, “Çünkü sanatçılar ve sanat üretenler sadece sanatla uğraşmakla ve sanat yapmakla mükellefler” diyor.

Röportaj: Kevser Devecioğlu

Ünlü Rus besteci Nikolas Rimsky – Korsakov’ un “Yaban Arılarının Uçuşu” adlı eserini 37.84 saniyede çalarak, Rekorlar Kitabı’na “Dünyanın en hızlı keman virtüözü” unvanı ile giren ‘Muhammed Yıldırır son olarak Aleksandrov Rus Kızılordu Korosu ve Dans Topluluğu ile Bostancı Gösteri Merkezi’nde müzikseverlerle buluştu. Şimdilerde Kızırordu Korosu ile Rusya’da vereceği konsere hazırlanan Yıldırır, aynı anda pek çok projesini de hayata geçirmek için yoğun bir programın içinde emek veriyor. Dünyanın farklı ülkelerinde verdiği konserlerde Türk Müziği parçalarını çalmayı ve Türk Müziği’ni dünyaya tanıtmayı kendine misyon edinen Yıldırır ile kemana olan tutkusunu, başarısının sırrını ve hayallerini ve İngiltere başta olmak üzere yaratıcı endüstrilere verilen desteklerin sanatın gelişimine katkısını konuştuk.

GUINNESS, HEDEFLERİME ULAŞMAK İÇİN BİR BASAMAKTI

Dünyanın en hızlı keman virtüözüsünüz. Tescillenmiş bir rekorunuz var.  Rekorlar Kitabı’na girme fikri nasıl oluştu, o süreci anlatır mısınız?

Ben bu rekoru 2015 yılında kırdım. Olay şöyle başladı aslında, bir gün çok yakın arkadaşlarımla oturuyoruz. Ekranda ünlü keman virtüözü David Garrett var, Guinness Rekorlar Kitabı’na girmesini izliyoruz. Garret, 4 dakika süren parçayı 66 saniyede çaldı. Arkadaşlarım bana sen de yaparsın hadi sen de dene demeye başladılar. İlk denememde 67 saniyede çaldım. Bu rekoru kırabileceğim inancına sahip oldum ve ben çalışmalara başladım. Rekora hazırlanmanın dışında bu hikâyenin bir de trajik komik bir tarafı var. Beni zorlayan şey rekoru kırmak değil 6 yıl boyunca sponsor aramak oldu. Çünkü Guinness hakemlerini Türkiye’ye çağırmak gerekiyordu. Pek çok özel kuruma ve devlet kurumuna gittiğim halde pek önemsemediler. Hatta çok da eleştiri aldım. Ben sponsor ararken dünyadaki kemancılar bunu çaldı ve rekor iyice düştü ve benim daha hızlı çalmam gerekiyordu. 6 yılın sonunda yok artık olmayacak dedim. Açıkçası iflas ettim ve çıkmam gerekiyordu. Projelerim vardı ve projelerimi hayata geçirmek için “keman sanatçısı” ünvanı yetmiyordu. Uluslararası bir ünvana sahip olmam gerekiyordu. Bu rekorlar kitabı da bu anlamda önemliydi ve tekrar başvurdum. 6 yılın sonunda kendi kendime sponsor oldum ve nihayet 37 saniyeye indirerek dünya rekorunu kırdım. Benden sonra Guinness bu kategoriyi kapattı ve artık daha hızlı çalınamaz diye. Dolayısıyla bu parça üzerinde gelmiş geçmiş en hızlı çalan keman virtüözü olarak tescillenmiş oldum. Çok sanatsal değeri yok aslında. Polüleritesi olan bir şey. Benim sanatçı kişiliğim ya da yaptıklarım rekordan ibaret değil. Olmasını da istemedim. Bu unvan benim için hedeflerime ulaşmak için bir basamaktı. Sonrasında bu ünvan aracılığıyla pek çok gelişme oldu.

YETENEĞİNİZ OLSA DA ÇALIŞMA AZMİNİZ YOKSA OLMAZ

Türkiye’nin büyük sanatçıları Müzeyyen Senar, Münir Nurettin Selçuk ve Zeki Müren’in başkemancısı olan Ali Yıldırır’ın oğlusunuz… Kemanı babanız sayesinde mi sevdiniz?

Ben 7 yaşında iken bizim eve babamın öğrencileri gelirdi. Öğrenciler keman dersini alırken izlerdim ve çok hoşuma giderdi. Babam hiç sormamıştı bana keman çalmak istiyor musun diye. Bir gün o dersleri izleye izleye kemanı elime aldım ve babama bir parça çaldım. İlk keman çalışım eve gelen öğrencileri ve babamı izlerken öykünmem olmuştur. Tabi ki babama olan düşkünlüğüm ve onun kemancı olması çok önemlidir benim bu mesleği seçmem ve sevmem de mutlaka etkisi olmuştur.

Hep müziğin olduğu bir aile de olmak kariyerinizi nasıl etkiledi?

Çok büyük bir avantaj ama aynı zamanda büyük de dezavantaj. Ailedeki herkes tanınan, başarılı müzisyenler olunca müziği tabii ki aile içinde öğreniyorsunuz. Ama müzikle uğraşacaksanız, iyi müzisyen olmalısın ve “Yıldırır” soyadını iyi bir şekilde taşımalısınız. Müzikle uğraşmayan kardeşlerim de var. Babam bu konuda hepimize yönlendirici olmuştur ve sadece yeteneği ve çalışma azmi olanlara eğitim vermiştir. Bir kardeşim konservatuar mezunu ama müzik öğretmeni. Çünkü müzisyen olmak başka bir şey. Yetenek başka bir şey. Çalışmak başka bir şey. Yeteneğiniz vardır ama çalışma azminiz yoktur, yine olmaz. Ben çocukluğumda da saatlerce çalışabiliyordum. Ama müzisyenlerin olduğu bir evde olunca durum şöyle oluyordu. Kendi alanıma girip şöyle bir keman çalışayım dediğimde babam üst kattan “yanlış öyle olmaz” diye seslenebiliyordu. Evimizde böyle müzik tartışmaları da oluyordu.  Ben çok çalışarak kendi müzik yolumu buldum, kendi yolumu çizdim.

KEMANA ÖMRÜMÜ VERİYORUM

Bugün geldiğiniz noktaya baktığınızda başarının olmazsa olmaz kuralı neydi sizce?

Buna cevap verirken aslında bir şeyin sonuna gelmiş olmam ve şunları yaptım demem gerek. Ama ben hala yapmak için uğraşıyorum. Çocukluğuma baktığımda ise ben sevdiğim şeylerle uğraştım. Bu gençlere de fikir versin. Keman çalmak müzikle ilgilenmek beni çok mutlu ediyordu. Ve ayrıca saatlerce keman çalışmak. Şimdiki gençler 15- 20 dakika çalınca ‘yoruldum’ diyor. 1-2 saat çalınca dünyayı fethetmiş gibi davranıyor. Ben ömrümü veriyorum, gecemi gündüzümü veriyorum. Sabah 5 buçukta kalkıyorum. 4-5 saat keman çalıyorum. Sonra günlük işlerimi yapıyorum. Danışmanlık verdiğim yerlere gidiyorum ve akşam tekrar eve gelip bestelerimi notlarımı yazıyorum. Böyle bir hayatım var ve çocukluğumda da bu hep böyleydi. Okulda öğretmenlerim ders anlatırdı benim aklım hep müzikteydi.  Hep izin alırdım hocam şöyle bişey hazırlayacağım keman çalmam gerek diye. Hocalarda anlayışlıydı. Çok destek oldular. Konuşma bozukluğum vardı ve çok kekelerdim. Akran zorbalığına uğrardım. Sıkıştırırlar döverler. Ben de kavgacı bir çocuk değildim. Korkardım yumruk arsam parmağıma bişey olur diye. Hep keman çalışmam lazım, enstrüman çalışmam lazım kafasında bir çocuktum. Sürekli mücadele ile geçti. Ve bu mücadele hala devam ediyor.

TÜRK MÜZİĞİNİ TANITMAK BENİM MİSYONUM

Konserlerinizde klasik müzik dışında müzikler de çalıyorsunuz… Özellikle de Türk Müziği

Ben çok yönlü bir müzisyen olmaya çaba harcıyorum. Türk müziği çalayım… Çigan müziğini çalayım… Jazz konserleri vereyim, klasik müzikte şarkıları aranje edeyim… Ben bu kafada bir insanım. Çünkü içimden bu geliyor. Türkiye’deki algı ise biraz tuhaf bu konuda. Keman virtüözü isen sadece klasik müzik çalmak zorundasın. Bu bir sürü sanatçı tarafından eleştiriliyorum. Özellikle klasik müzik camiasında bana ‘Türk Müziği ile ne işin var Beethoven çalsana’ diyen çok oluyor. Arkadaşlarımın yanı sıra zaman zaman hocalarım da ben eleştirirdi ama bu durum bana komik geliyor çünkü ben Türküm. Türk Müziği çaldığımda beni eleştirenlere “Asıl sen niye çalmıyorsun ki” diyorum. Bu Beethoven çalmana engel değil ki. Almanya’da bir keman virtüözü gelip bana Dede Efendi’den çaldığı zaman bu bana bir jesttir. Ben gidip Almanya’da Beethoven çalıyorum ama orada 5 yaşındaki çocuk Beethoven’ı yalayıp yutmuştur çünkü kendi müziği.

Ben kendi müziğimi tabii ki tanıtmak zorundayım. Yurtdışında çıktığımda Türk müziğini senfonik orkestralarla ve tabii ki yapıyı ve duyguyu bozmadan -çünkü çok duygulu bir müziğimiz var- teknikle birleştirip tanıtıyorum. Avrupa’daki sanatçıların daha çok hoşuna gidiyor. Kanun gördükleri zaman şaşırıyorlar. ‘Bu nasıl bir enstrüman?’ diyorlar. Bu benim için bir misyon. Ben kendi inandığım şekilde öğrencilerimi ve etrafımdaki insanları bilgilendirmeye çalışıyorum. Bunlar aslında babamın fikirleri. Ben bunları kendi bilgim ve kültürümle biraz daha genişleterek anlatıyorum.

Bu aralar ilgilendiğiniz projeleriniz neler?

Çok spesifik projelerim var. Henüz imzaya oturduğum için bir kısmını paylaşamayacağım. Bir tane senfoni projem var. TRT’de programım devam ediyor. Uluslararası konserlerim, Rus Kızılordu Korosu ile konserlerim devam ediyor. Rusya’da birkaç konser vereceğim onlara hazırlanıyorum. Albüm hazırlıklarım var. Birinci albüm çıkacak, bir taraftan da ikinci albümü planlıyorum. Bazı özel sektör kuruluşlarına ve kamu kurumlarına sanat danışmanlığı yapıyorum. Bir belediyenin genel sanat yönetmenliğini yürütüyorum. Kendi kurduğum müzik akademisinde eğitim veriyorum. Orkestralar kuruyorum ve özel öğrenci yetiştiriyorum.

Yurtdışında devam eden projeleriniz var mı?

Avrupa’ya da pek çok proje yapıyorum. Türkiye dostluk ve kardeşlik projeleri. En son Hindistan’la Romanya ile yaptık. Müzik kültürlerimizi birleştiriyoruz. Dünyaca ünlü Macar kemancı Roby Lakatos ile Türkiye – Macaristan projesini yaptım. Türk müziğini senfonik hale getirip Türk enstrümanlarıyla Macar folklorik müziğiyle birleştiriyoruz. Macaristan’la Türk müziğini sentezlediğimizde ortaya harman bir müzik çıkıyor. Bu tamamen aranjmanlarımla kendi yaptığım bir şey. Şimdi de Hindistan- Macaristan – Türkiye, 3 virtüöz projesini yapıyorum.

YARATICI ENDÜSTRİLERE VERİLEN DESTEKLER SANATI GELİŞTİRİYOR

Uluslararası pek çok proje gerçekleştiriyorsunuz. Avrupa Ülkeleri’nde sanata önemli destekler sağlanıyor. Özellikle İngiltere yaratıcı endüstrilerin merkezi olarak konumlanma hedefiyle pek fon hayata geçiriyor? Bu destekleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaratıcı endüstriler başlığı altında sanata verilen destekler, oluşturulan fonlar sanatın gelişmesinde önemli rol oynuyor. Çünkü sanatçılar ve sanat üretenler sadece sanatla uğraşmakla ve sanat yapmakla mükellefler. Sanatçılar bir fikirleri olduğunda veya bir proje geliştirdiklerinde elbette ki bunu hayat geçirmek için maddi desteğe ya da projeyi sahiplenecek sanatçının arkasında duracak bir kuruma ihtiyaç duyarlar.

Sanatçıların yaptığı projenin sahnelenmesi, büyütülmesi belki bir üst level’a taşınması yine destekleyen bir kurum ya da maddi destekle gerçekleşebilir. Ülkemizde bu tarz destekler veriliyor ama henüz yeterli değil. Sanat destek verenler ya da  kurumlar kişisel vizyonlarıyla bu destekleri sağlıyorlar ve ancak  ellerinden geldiğince katkıda bulunuyorlar.

Avrupa’da bu durum biraz farklı. Pastanın büyük bölümü sanata ayrılmış durumda özellikle Londra’da  Viyana’da, Almanya’da, İtalya’da böyle… Sanata ayrılmış ayrı bir destek var. Küçük bir fikriniz olduğunda dahi bunu nasıl büyütebiliriz ve halka ulaştırabiliriz diye düşünüyorlar. Bu farklılık da sanata bakıştaki farklılıktan kaynaklanıyor. Örneğin pek çok ülkede savaş olduğunda ya da ülke zor durumdaysa ilk olarak sanata destek kesilir, Avrupa’da da ise tam tersi sanat katkı ve sanat gösterileri arttırılır ki vatandaşlara moral olsun.

“SANAT ENDÜSTRİLEŞMELİ Kİ HERKES KAZANSIN”

Yaratıcı endüstrilere verilen desteklerle sadece sanatçı değil aynı zamanda yatırım yapan da halk da kazançlı çıkıyor. Bu destekler ile sanatçı yorulmuyor. Sahneye çıkıyor ve en güzel şekilde sanatını icra ediyor. Sanatın endüstrileşmesi için öncelikle bunun alıcısı olması gerekiyor. Halkın eğitilmesi ve halkın ilgi göstermesi gerek. Ben kurduğum müzik akademisinde hem yetenekli çocuklara dersler veriyorum hem müziğin birleştirici etkisinden yararlanarak farklı grupları bir araya getiriyorum ve yaptığım çeşitli faaliyetlerle müzikle alakası olmayanlara da müziği ve sanatı sevdirmeye çalışıyorum. Sanat sevildikçe ilgi artacak, alıcısı artacak ki birileri de bu alana yatırım yapsın ve sanatçı sadece sanatını daha güzel icra etmekle meşgul olsun.

ÇOCUĞUMLA SAHNEYE ÇIKMAYI HAYAL EDİYORUM

Uzun vadede hayaliniz nedir?

Beni eskiye göre heyecanlandıran çok az şey var. Dünya hayatında yapılacak daha çok şey var. Örneğin ben bir stadyumda konser vermedim, birlikte konser vermediğim orkestralar var ama bunlar beni heyecanlandırmıyor. Ben çocukluğumda hayal ettiğim her şeyi yaptım. Bu her şeyi yaptığım anlamına gelmiyor. Kendi hayallerime ulaştım. Hiç yapmadığım şeyleri yapmak da beni heyecanlandırıyor. TRT’de hiç program sunmamıştım yaptım. Çok büyük bir flarmoni orkestrasıyla klasik müzikte dünyanın en zor eserini çalmak istiyordum bunu da yaptım. Rus Kızılordu Korosu ile konser vermek beni çok heyecanlandırdı. ‘Çocukluğumdan beri izlediğim koro bana mı eşlik edecek?’ dedim. Onlarla bir eser bile çalmak beni çok heyecanlandırırdı. “Rus Kızılordu Korosu ve Muhammed Yıldırır Konseri” isminin çıkması, beraber turneye çıkmamız, konser vermemiz ve benim ülkemi temsil etmem çok güzeldi ama bunu da tattım. Avrupa’daki senfoni orkestraları ile de çaldım…

Mücadele etmeye, önüme gelen fırsatları değerlendirmeye elbette ki devam ediyorum ama eskisi kadar şunu yapayım, bunu da yapayım hırsım pek kalmadı. Konserler vermeye devam ediyorum. Çünkü konser vermeyi çok seviyorum ve beni çok mutlu ediyor. Yurtdışında konserler vereyim, bir orkestra ile farklı müzikler çalayım…  Bunlar bana çok keyif veriyor. Hayatım şu an böyle keyifli. Allah nasip ederse ve bir çocuğum olursa onunla bir şeyler yapmak, onunla sahneye çıkmak, onu eğitmek beni çok mutlu eder. Bu beni çok heyecanlandırıyor.